Seririyat ve Nekrolojiler (ölümlerin ardından kaleme alınan biyografik taziyeler)

Atıf için:
Cem Hakan Başaran & Fatih Artvinli, “Seririyat ve Nekrolojiler (ölümlerin ardından kaleme alınan biyografik taziyeler)”, İstanbul Seririyatı Arşivi.

İstanbul Seririyatı yalnızca klinik bir tıp dergisi değil aynı zamanda paramedikal bölümüyle sıradışı bir dergiydi. Derginin paramedikal bölümünde 33 yıl boyunca dönemin yerli-yabancı ünlü hekimlerinden ediplerine, devlet adamlarından hastane mubassırlarına (hastabakıcılarına) 350’ye yakın kişinin ölümünün ardından yazılan nekrolojiler yayımlanmıştır.

Öyle ki nekrolojisi yayımlanan hekimlerden bazılarının hayat hikayesi yalnızca bu biyografik taziyeler sayesinde elimizdedir. Nekrolojilerin büyük bir kısmı Mazhar Osman tarafından kaleme alınmış ve Mazhar Osman’ın tanıklığı yakası açılmamış birçok ayrıntıya erişime olanak tanır.

Hakkında nekroloji yazılan dönemin tanınmış edip ve hekimlerinden bazıları: şair Süleyman Nazif, filozof doktor Rıza Tevfik Bölükbaşı, şair Dr. Cenab Şahabettin, Dr. Abdullah Cevdet, şair Abdülhak Hamid Tarhan, Dr. Besim Ömer Akalın, Dr. Hulusi Behçet ve Dr. Akil Muhtar Özden’dir. Aşağıda Mazhar Osman tarafından Dr. Abdullah Cevdet’in ardından yazılmış nekrolojiye yer verilmiştir.

Dr. Abdullah Cevdet Bey’in bir fotoğrafı

Apdullah Cevdet Bey’in Vefatı Ve Biyografisi[1]

Apdullah Cevdet’in vefatı son günün en büyük hadiselerinden biridir. İstibdat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet devrinde daima memleketin en ileri gelen mütefekkirlerinden sayılmış bu alimin birdenbire vefatı onu ve eserlerini tanıyanları pek müteessir etti. Bu memleketin irfanına en çok çalışanların başında Apdullah Cevdet vardır diyebiliriz; kimse de aksini iddia edemez. Ahmet Mithat merhum nasıl memlekete okumayı sevdirdi, öğrettiyse Apdullah Cevdet Bey de hepimizin dimağını şark ve garbın şah eserlerile nurlandırdı. İngiliz edebiyatının lâyemutu olan Shakespeare’nin lâyemut [ölümsüz] eserlerini, Hamletlerini, mabetlerini, Otellolarını onun tercümelerile tanıdık; şarkın en büyük feylesof ve şairi Ömer Hayyam’ın o derin felsefeli şiirlerini yine Cevdet’in kalemi öğretti. Gustave Le Bon gibi Fransanın en büyük mütefekkirlerinin halkın psikolojisine dair yazdığı ve her biri bir mecellei irşat olan eserleri Türk kütüphanesi yalnız Cevdet’in himmetine medyundur. Hele Türk camiasını dinin hurafelerinden kurtarmak, memleketini garp gibi nurlandırmak, taassup zulmetini parça parça etmek için Apdullah Cevdet’in yarım asırlık cidalı [savaşı] başlı başına ebedi bir şereftir. Bu gün herkesin yaptığı, hoş gördüğünü otuz sene evvel yaptırmak isteyen Cevdet, muhitinden hiç ruyi müsait görmemişti, zındık dendi, dinsiz dendi, mahkemelerde sürüklendi… O zaman hür fikri yüzünden herkesin tan u teşniine [aşağılama ve ayıplamalarına] uğradı, sonra da bu idealist adama teşekkür ve hürmet etmek kendisinden dersi hürriyet [hürriyet dersi] alanların çoğunun hatırından geçmedi. O sade idealine kavuştuğu için mesuttu ve bu sehabı cehli [cehalet perdesini] çak çak eden şimşiri nura [aydınlığın kılıcına], mezarı başında Kılıçzade Hakkı’nın okuduğu bir manzumesinde evvelce geleceğini tepşir ettiği Halaskâra [müjdelediği kurtarıcıya] samimi ihtiram ve minnet beslerdi.

Apdullah Cevdet’i yirmibeş senedir yakından tanırım, ondan evvel de eserlerile tanımıştım. Edebi, felsefi, içtimai eserlerini pek gençliğimde seve seve okumuştum. Fransızca, Türkçe hatta Farisi manzumelerine, başka lisanda şiir söyleyecek kadar vukufuna hayret, taktir ederdim. Bu çorak memlekette yetişen bir-iki şulei irfana [irfan parıltısına] karşı gıpta duyardım. Askeri tıbbiyeden yetişen bu müstesna başlar, Cenap Şahabettin, Ziya Gökalp, Abdullah Cevdetler bu milletin irfan tarihinde sermedi [ebedi] bir hayata nail olmağa layık hocalardır.

Gençliğini eserlerile tanıdığım Apdullah Cevdet’in son yirmibeş sene dostluğu ile şerefyap oldum. İlmi ne kadar yüksekse ahlakı da o derece güzeldi, çalışanın, bilenin takdirkârı idi. Memlekette çıkan en küçük eseri o kadar, alkışlarla teşvik ederdi. İnsaniyete lâyezal [sonsuz] bir muhabbeti vardı. Kimseye hatta kendisine fenalık edenlere bile husumet beslemezdi; bir havari gibi herkese şeyhai muhabbet telkin ederdi, çok mütevazidir, onu görenler sohbetinde bulunanlar ateşli kalemin sahibi bu sessiz adam mı diye hayret ederlerdi; kalemile dünyaya hocalık eden Cevdet bir sosyetede [cemiyette] herkesi dinler, en genç alimden, mütehassıstan bile bir şey öğrenmeye çalışırdı… öğrenmek ve öğretmek… işte Cevdet’in her şeyden ziyade sevdiği iki şey… Elinde ya öğrenmek için bir kitap veya öğretmek için bir kalem vardı. Ölümünden yirmibeş gün evvel Babıali Caddesi’nde küçük bir fenalık geçirmişti, bunun bir hünnakısadır eseri olduğunu anlayan arkadaşları kalbini yormamasını, istirahat etmesini tavsiye etmişlerdir. İlk hunnakısadr [angina pektoris] nöbetinin sonu[nun] ne olacağını bilen doktor o günden sonra ölümün yaklaştığını anlamış, bu acı akıbeti bir az mahzun ve mütevekkil [tevekkülle] beklemeye başlamıştı. Yarı canı olan kitapları ve kalemi ecel eşiğinde gözü görmemesi lazım gelmez miydi? Cevdet bilakis dünyadaki işlerini bitirmek için sabahlara kadar çalışmaya başlamıştı. Gece yarısından sonra hekimin odasına girenler içtihadı yazarken ve tashih ederken görüyorlardı…

Cevdet’in tertemiz bir aile hayatı vardı, kusursuz bir aile babası idi; hayatın bütün zevkini refikası ile biricik kızı “Gül” de bulmuştu… Çarşamba günleri akşamı muayyen olan çaya memleketin mütefekkir ve münevver kitlesi koşar ve bu samimi temiz yuvada tatlı bir iki saat ilmi sohbetle vakit geçirirlerdi, ne sigara, ne içki, ne hiç bir şey… Yalnız yeni çıkan ecnebi ve yerli eserlerin münakaşası… Apdullah Cevdet Harputlu idi, 1869 senesi Eylülün dokuzuncu günü doğmuş ve öldüğü vakit henüz altmış üçünü bitirmişti. Elaziz [Elazığ] Askeri Rüştiyesi’nde tahsilini tamamlamış, Kuleli Askeri İdadisi’ne girmiş, oradan Askeri Tıbbiye’ye geçmiş, tıbbiyeden tabip yüzbaşısı çıkmış, daha mektepte iken Cevdet arkadaşlarından yüksek bir seviyede olduğunu gösteriyordu. Garp edebiyatını okuyor, tercüme ediyor, arkadaşlarına hürriyetin lezzetini anlatmaya çalışıyordu. Genç doktor istibdadın [II. Abdülhamid döneminin] babı seraskerisinin [seraskerlik makamının] okumak yazmaktan aciz mensuplarını, paşazadeleri, erkanı harp ve yirmibeş yaşında ferik yaptığını görmüş, kendisini çöllerde çürütmek isteyen iradeye boyun eğmemiş, Avrupa’ya kaçmıştı. Avrupa’da hürrüyet arkadaşları gibi yalnız hür hava teneffüsile ciğerlerini doldurmakla kanaat etmemiş, kafasını doldurmaya da geceli-gündüzlü çalışmıştır. Hâlâ seve seve okuduğumuz o güzel eserlerini Avrupa’da yazmaya başlamış, Cenova’da İçtihat Gazetesini tesis etmiş, bir müddet sonra Mısır’da neşre başlamıştır. İçtihat Kütüphanesi diye tesis ettiği kütüphanesi az zamanda bir hazinei irfan haline getirmiş, inkılapta memleketine döndüğü vakit tercüme ve telif otuza yakın eserle gelmiştir. 

Cevdet göz hekimi idi. Göz hastalıklarına dair güzel bir eseri olduğu gibi teşrih ve fizyolojiyi de halka öğretecek tarzda yazmıştı. Mısır’da göz hekimliği ve kitapları ile hayatını kazanmış, hakiki hürriyetin ilmi ve iktisadi istiklal ile olacağına ve Anglosakson kültürünün Latin kültüründen çok yüksek olduğuna kanaat eden doktor Avrupa’ya kaçan diğer gençler gibi yalnız politikacılıkla vaktini geçirmemiş, kendisi İttihad ve Terakki’nin ilk müessislerinden olduğu halde onlarla beraber yürümemiş, ve hatta cemiyette merhuma karşı günden güne artan bir iğbirar [güceniklik] görülmüştür.

Shakespeare’e belki İngilizlerden ziyade tapardı, Gustave Le Bon’a şüphesiz bütün Fransızlardan ziyade hayrandı, Ömer Hayyam’ı vatandaşlarından ziyade severdi. Mevlanaları, Gazalileri, Ebnülalaileri tercüme eder, bunlar Cevdet’e o güzel seneleri ilham ederlerdi. Gustave Le Bonla, Mister Keyple de şahsen dost olmuştu, geçen sene Gustave Le Bon ölmüştü, “Aklı Selim” mütercimi Gustave Le Bon için Union Française’de (Fransız Birliği binasında) Fransızca, Cağaloğlu Halkevi’nde Türkçe konferanslar verdi. “Karlı dağdan ses”, “Düşünen musiki” son neşrettiği şiir mecmualarıdır.

Apdullah Cevdet hekimdi, feylesoftu, şairdi… mükemmel bir adamdı. Mütareke senesinde Sıhhiye Müdürlüğü de yapmış, sıhhiye çavuşu yetiştirmek için Küçük Sıhhiye Mektebi’ni açmıştı. Bir doktor gözüyle memleketin sıhhatsizlikten ne derece kırıldığını bilen doktor küçük köylere kadar tıbbın girebilmesi için bu mektebi açtığı vakit bermutat bir çok tenkitlere uğramıştı; halbuki memleketin sıhhati umumiyesi bu mektepten çok istifade etmiştir. Müdürlüğü esnasında ancak ilim adamlarını korumuş ve hatta kendine alenen husumet edenleri bile himaye etmiştir.

Eskiden beri Apdullah Cevdet latin harflerine taraftardı, Arap harflerinin ıslahına çalışanların boş emeğine acırdı. İnkılaptan sonra Apdullah Cevdet’i yaptığı İçtihat Evi’nde yine neşriyatile meşgul görüyoruz. Yirmi beş senedir o ancak içtihadile yaşamış, zaten okumaya yazmaya alışmamış bu muhitte pek mahdut kari bulduğu halde azami tasarrufla mecmuasını çıkarmaya çalışmıştır. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin [Mizancı] Murat Bey’e, Apdullah Cevdet Bey’e haklı haksız hissettikleri husumeti bir propaganda tarzında devam etmiş, merhumun hür ve müstakil yaşayışı, her şeyi ilimden bekleyiş tarzında neşriyatı bu husumeti daha arttırmıştır. Cevdet ilimden başka mürşit ve hadi [hidayet veren] bilmezdi. Bu yüzden taassuba ve softalığa düşmandı. Softalık ve taassup aleyhine yazıları avam halkımız ve bilhassa hocaları tehyiç ederdi [kızdırırdı]. Balkan Harbi’nde ilim ve talim, inzibat ve terbiye sayesinde dünkü tebaamız Bulgarların koca cengaver Türk ordusunu bir hafta içinde Çatalca hattına ilticaya mecbur ettiği vakit, zamanın Şeyhüslamının askerlere bilmem kaç defa sabah zafer duasını okutmak için beyannameler yazışına haklı olarak kızmış ve maskaraya almıştı, tesettürün kalkması, fesin atılması için muttasıl yazıyor, henüz en münevver geçinenler bile bu neşriyatı hazmedemiyordu. 

Son nüshalarında bazı gençlerin komünizme hevesini pek vakıfane tenkit etmiş, hayatın tadı komünizm gibi ferdini hiçe indiren bir meslekte değil, kendi yaratma kuvvetini görmekte olduğunu uzun uzadıya anlatmıştı. Cevdet yazılarında çok samimi ve hakiki idi, nasıl düşünürse öyle yazardı, fikrini selis ve açık üslupla herkese anlatır ve hiç bir şeyden yılmazdı.

Cevdet bir iki dakika içinde hunnakı sadır nöbeti ile ızdırapsız ölmüştür. Cenazesine memleketin mütefekkir sınıfı iştirak etmiş ve doktorlar, edipler, muharrirler, muallimler, mebuslardan ibaret camia tarafından şimdiye kadar misli az görülmüş muntazam ve samimi bir cenaze alayı yapılmıştır. İçtihat Evi’nden Ayasofya Camisi’ne kadar el üzerinde taşınan tabutu Ayasofya musalla taşından belediyenin tabut arabasına konmuş, arabanın üstü Etıbba Muhadenet Cemiyeti’nin, Tıp Fakültesi;nin, Göz Hekimleri Cemiyeti’nin, Yeşil Hilal’in, Tababeti Asabiye Ve Akliye Cemiyeti’nin, hekim veya mütefekkir bazı dostlarının çelengleri ile örtülü olduğu halde Sünbül Efendi’ye götürülmüştü. Mezarı başında Etıbba Muhadenet Cemiyeti namına Mazhar Osman, Yeşil Hilal namına Fahreddin Kerim, Kılınçzade Hakkı, Dr. Kazım İsmail [Gürkan], Muallim İlhan Şevket, Şair Florinalı Nazim, Muharrir Peyami Safa beyler nutuklar ve şiirler okumuşlardır. Pek muhterem ailesinin bu ızdırap karşısında duydukları alama [elemlere] samimi kalbimizle iştirak ederiz.

[1] Mazhar Osman “Apdullah Cevdet Bey’in Vefatı ve Biyografisi,” İstanbul Seririyatı 14, 12 (Kanunuevvel 1932): 140-143.