Fakülte Klinikleri ve Şehir Hastaneleri

Atıf için:
Mazhar Osman Uzman, “Fakülte Klinikleri ve Şehir Hastaneleri”, İstanbul Seririyatı, Sene:33, No:1, (Ocak 1951): 2-4.

1908 senesinden beri bu davanın hali ile meşgulüz. Meşrutiyet inkılâbında askerî ve mülkî tıp mektepleri birleşerek Tıp Fakültesi teessüs edince bu dava da meydana çıktı. Tıp Fakültesi’nin Haydarpaşa’da şimdi lise olan binasından ve karşısındaki askerî tıbbiyenin kliniklerinden başka bir şeyi yoktu. Büyük bina idareye, nazarî derslere, teşrihhanelere, bakteriyoloji vesaire laboratuvarlarına hasredilince kinik olarak şimdiki Numune Hastanesi’nden başka bir şeyi yoktu. Büyük binanın tavan arasına bazı klinikler konmuş ve Numune Hastanesi’ne muazzam bir haricî seririyatı da ilâve edilmişti. Poliklinikleri işletmek için Üsküdar ve Kadıköy şehirleri ile, İstanbul’la sıkı teması temin edecek çareler hemen nazariyece temin edildi. Üsküdar Kadıköy tramvayı yapılacaktı, Kavak iskelesine Sirkeci’den her yarım saatte işleyecek küçük vapurlar gelecekti, olamadı. Sirkeci’den vapur işletmek sevdasından vazgeçildi. Üsküdar Kadıköy çamurlu yolu Dekan Cemil Paşa’nın nüfuz ve himmeti ile düzeltildi. Tramvayın yapılması onlarca sene bekledi. Bu yüzden Fakülte klinikleri ve poliklinikleri yirmi beş sene öyle kaldı. Geriledi, ilerleyemedi. Fakülte daha ilk günden buna çare düşündü. Gülhane Seririyatı, şehir hastaneleri fakültenin olacaktı. Daha ilk adımda hoşnutsuzluk başladı. Gülhane’nin yüksek prestiji daha ilk günden sarsıldı. İdaresi, intizamı bozuldu, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olduğunu anlayan harbiye nezareti Gülhane’yi kurtardı, askerî tıp akademisi ve kliniği haline koydu. Tıp Fakültesi erkânına kapılarını kapadı. Şehirdeki hastanelerde de bir ikilik, bir keşmekeş başladı. Onlar da kendilerini fakültenin hâkimiyetinden kurtardılar. Tıp Fakültesi klinikleri Haydarpaşa’daki şimdiki Numune Hastanesi klinikleri ile kanaat etmeye mecbur oldu. Hülâsa fakültenin günden güne artan intizamsızlığı bu işi daha esaslı surette harekete hükümeti mecbur etti. Yeni üniversite 1933’te kurulunca yine fakültenin İstanbul’a nakli düşünüldü. Yeniden üniversite kurulmaya karar verilince Harbiye Nezareti binasına üniversite dershaneleri, tıp fakültesinin anatomi, histoloji, bakteriyoloji, patoloji, fizyoloji, şimibiyolojik[Biyokimya], kanser enstitüleri kondu. Birçok masraflar yapıldı, yeniden yapılırcasına fedakârlıklar ihtiyar edildi. Artık kimsenin diyeceği kalmadı. Yine klinik davası halledilemedi. Klinik tıp fakültesinin en zorlu ciheti idi. Arazi, bina, eşya ve yiyecek giyecek; bunları tedarik etmek için on yedi senedir uğraşılıyor. Birçok şeyler yapılmaya çalışıldı. Daha yapılacak şeyler, yaptıklarımızdan beş on misli fazla… Ne pahasına olursa olsun İstanbul cihetine geçmek arzusu ile hiçbir şey hesap edilemedi. Edilse bile derin düşünmek işimize gelmiyordu. Olanla idareye razı olduk. Fakülte kliniklerinin her şeyden evvel kendisine arazi temini şarttı… Üniversite mahalli diye Beyazıt ile Süleymaniye arasında gösterilen en güzel saha üniversitenin diğer fakültelerine bırakıldı. Biz Topkapı surlarına yakın olan yeri tercih ettik. Tabiî bu yer hiç o kadar cazip değildi. Gelmesi gitmesi güç, şehrin en canlı kısımları ile Beyoğlu, Beşiktaş, Kadıköy, Üsküdar, Boğaziçi taraflarına çok uzaktı. Nakil vasıtaları da bu kolaylığı temin edemeyecek derece kenarda idik. Bu semtler bir fikri sabit halinde kafamızda yer etmişti. Ona da razı olalım dedik. Hâlâ yer bulamadık, yerleşemedik. Klinikler İstanbul’un sıhhî teşkilâtının koltuğuna sığındı. İstanbul’da askerî hastaneler, Sıhhiye Vekâleti’ne ait müesseseler, evkaf ve belediye hastaneleri, nihayet cemaat ve ekalliyet binaları, hatta ecnebi müesseselere gözümüzü dikmeye mecbur olduk. Askerler ne Gülhane’yi ne Demirkapı’yı ne Gümüşsuyu’nu bize verdiler, veremezlerdi. Evkaf’a ve Belediye’ye başvurduk. Onlar istemeye istemeye bizi misafir kabul ettiler. Hükümet otoritesi, bizim manevî nüfuzumuz bize bu hakkı kolay bahşetti, Taşradan gelen saygısız misafirler gibi de davranmadık. Gittiğimiz yere eli boş gitmedik. Yerleşirken bazı kısımlar ilâve ettik. Bu uzun misafirlikte asıl ev sahiplerini on altı senedir izaçdan [rahatsız etmekten] bir an hali kalmadık. Hatta çok defa ev sahiplerine siz çıksanız da biz daha iyi yerleşelim dedik. Bu hal hâlâ devam ediyor. Evkaf’ın, Belediye’nin hastaneleri vakıa ahım şahım bir şey değildi. Lâkin senelerden beri şehre hizmet ediyor, kendi kadrolarıyla yaşıyor, şehrin ihtiyaçlarını az çok karşılıyordu. Hele oranın efendileri vardı, hekimleri. Koca fakülte kliniklerini buraya sıkıştırmak kabil değildi. Asırdîde [asır görmüş] köhne Haseki’nin yıkık duvarları çöplükleri arasına klinikler kurmaya çalıştık. Haseki’ye fakültenin ilâve ettiği bir tedavi kliniği iyi idi. Lâkin biraz tamirle sokuşturduğumuz diğer klinikleri biz de beğenmedik. Sade beğenmedik değil, barınacak halde de değildi. Belediye bin güçlükle kendine bir çocuk kliniği yapmıştı. Onu da elinden zorlayarak aldık. Tabiî o zaman kıyamet koptu. Sade çocuk kliniğini kendimize mal etmedik, o binayı meydana getirmek için hasr-ı hayat ederek [ömrünü adayarak] belediyenin dişinden tırnağından kopararak modern bir çocuk hastanesi meydana getiren seksen senelik emektar, halkın sevdiği, meslektaşlarının hürmet ettiği banisine de müdürüne de hükümet bir mersi bile demeksizin tahliye kararını bildirdi, fakülte oraya yerleşti. Cerrahpaşa’ya cerrahî ve göz kliniklerini fakülte yaptı. Oralarda fakültenin hakkı olabilirdi. Lâkin aynı Cerrahpaşa’da belediyenin birçok pavyonları daha vardı. Onlarda şehrin hastaları ve belediyenin hekimleri asırlardan beri çalışıyordu. Buraların masrafını Belediye veya Sıhhat Vekâleti temin ediyordu. Bu ikilik, üçlük, hatta dörtlük (fakülte, sıhhat vekâleti, belediye, evkaf) bu beceriksizlik büyük bir hoşnutsuzlukla bugüne kadar devam etti, ediyor. Görülüyor ki daha çok edecek. Ara sıra Sıhhat Vekaleti’nde, Belediye’de, Evkaf’ta itiraz sesleri yükseldi. Bu anormal vaziyetin düzelmesi istendi. Tabiî bu reaksiyonda Belediye ve Sıhhat Vekâleti hekimlerinin rolü baştadır. Lâkin yavaş yavaş sustular. Son günlerde bu buhranı daha kuvvetlice gördük. Belediye veya Sıhhat Vekâletine merbut olan meslektaşlarımızın haklarına, şereflerine dokunuluşu fakülte aleyhine itirazlar uyandırdı. Şehir Meclisi, Millet Meclisi bu hoşnutsuzluğun tercümanı münakaşalara sahne oldu. Belki birkaç meslektaşa maddî ve manevî bir tarziye oldu, lâkin asıl derdin iyileşmesi için bir adım bile atılmadı. Yine fakülte kliniksizlik içinde, yine Sıhhat Vekâleti memleketin hastalarını tedavi ettirecek müesseselerin kifayetsizliği derdiyle meşgul. Şehir belediye meclisi ise başına gelenleri başından atmaya çalışmakta…

            Bunların hepsi topyekûn haklı… Asırlarca ihmalin, gafletin, bilgisizliğin ve parasızlığın eseri… Bu yoksullukların neticesi elimizde çürük çarık yolsuz, yersiz, yurtsuz harap, yangınlar görmüş daha enkazı bile kaldırılamamış bir şehir yığını, ancak gece kondu yaptırabilecek servette bir halk, talihin memlekete nasip ettiği dünya çapında bir mütehassıstan bile faydalanmayı bilmeyen yahut beceremeyen müttefiklerimiz, plânsız iş görmeye alışmış idarecilerimiz… Nihayet işte eseri bu…

            Mevzu[y]u yaymayalım, iş uzayacak; kısa yoldan diyeceğimizi diyelim. Klinikler işinde en büyük kusur fakültemizdedir. On altı senedir neler yaptıramazdı, ihtiyaçlarımızın ne olduğunu hükümete anlatacak, gösterecek, takip edecek ve yaptıracak kâfi miktarda bir himmet gösterdi mi? Gemisini kurtaran kaptandır diye birkaç sözü veya kılıncı keskin olan birer klinikçik yaparak, yahut belediyenin, evkafın veya sıhhiyenin elinden kopararak yerleşti, sığınacak rahatça bir yer buldu, o kadar… Münakaşadan, plânlardan, kanunlardan vakit bularak iş meydana getirinceye kadar fakültemiz tahsis edilen bütçe tahsisatını yolunda kullanmakta acele etmedi, şüphesiz daha güzel iş yapabilmek için veya resmî formalitelerin sürüncemede kalmasından vaktinde işini beceremedi, fakülte kliniklerini, enstitülerini bu vaziyetten kurtaramadı. On altı sene evvel yapılan enstitüleri bile bir araya toplamak zarureti ile olanı da bozmak, kaybetmek zorunda kaldı. Bu hal böyle devam edemez. Memleketin bir tıp fakültesine ihtiyacı var; klinikler, laboratuvarımız pek nakıs. Bu günkü ilmin ihtiyaçlarına uygun, günden güne artan ihtiyaçları karşılayacak halde değil… Bir an evvel bunları yapmak ve bitirmek lâzım. Bu müesseseleri, bu klinikleri idareye maarifin bütçesi yetmez, Sıhhat Vekâletinin yani devlet bütçesinin işi… Evkaf bu teşkilâta az çok yardım edebilir. Yeni hayatın yarattığı sigortalar, bankalardan hasta bakımlarını, hastaneleri temin edecek yardım teşkilâtı bir an evvel kurulmalıdır. Medenî dünyanın her yerinde ne yapılıyorsa biz de onu yapmalıyız. Zatî içtihatlarla, görgüsüz, bilgisiz münakaşalarımızla iş görülemeyeceğini anlamalıyız… Şunu bilmeliyiz ki bizde sıhhî teşkilat pek nakıstır. Memleketin, halkın sıhhî yardımına daha geniş mikyasta çalışmak hükümetin borcudur. Sıhhiye’ye, tıp fakültesine, doktorlarına, sıhhî teşkilâta verilen para katiyen heder değildir; en bereketli ve verimli çalışmadır.

            Bu dediklerimizi bir günde yapamayız. Lâkin birkaç senede birçok şey yapabiliriz. Biz maatteessüf ya bu işi iyice takdir edemiyoruz yahut paramız yok diyerek vebal altından kalkmak istiyoruz, memlekete karşı mesuliyetimizi hiçe sayıyoruz.

            Klinikleri tamamlanıncaya kadar bir müddet daha Belediye’nin, Evkaf’ın hastanelerinden istifadeye mecbur olan Fakülte’nin daha verimli çalışması oradaki arkadaşlarla iş birliği etmesi pek doğru yoldur. Aradaki bu ikiliği kaldırmak icap eder. Meslektaşlarımızın kliniklerine, işlerine, haysiyetlerine dokunmaktan hazer etmeliyiz [sakınmalıyız]. Onların tababete, servisine, halka senelerden beri geçmiş bir emeği var, bunların hepsine hürmet etmeliyiz. Staj yapacak talebelerin bu görgülü iyi hekimlerimizden istifadelerine müsaade etmeliyiz. Adeta onlarla kolaborasyon yapmalıyız. Kliniklerde müşterek çalışmalı ve baş başa iş görmeliyiz. Kıdem ve liyakatlerine göre fakülte teşkilatı bu muhterem meslektaşlarımıza bir şeref unvanı vererek kadirlerini ilan etmeliyiz. Mesela agreje tedrise memur, üstat, profesör unvanları vermeliyiz. Onların da konferanslarla, poliklinik ve kliniklerle gençlikle temaslarını temin etmeliyiz.